2018’in Troya Yılı ilan edilmesi sebebiyle, “Troya Hazineleri” başlığı ile SKYLİFE dergisine konu oldu. Skylife sayısına ulaşmak için tıklayınız.
Homeros’un İlyada’da anlattığı Troya (Troia) destanı bitmişe benzemiyor! Bu büyük yapıtın son sayfası ancak Türk topraklarından kaçırılan Troya Hazinesi’nin vatanına geri dönmesiyle kapanacak. Troya’nın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasının 20’nci yılı olan 2018, bu konuda atılacak önemli adımların yılı olabilir.
Ne Monako Prensi Rainier’in Grace Kelly’nin parmağına taktığı düğün hediyesi yüzük… Ne Elizabeth Taylor’un birbirinden değerli pırıl pırıl kolyeleri… Ne Napolyon Bonapart’ın kendi elleriyle İmparatoriçe Marie Louise’in boynuna taktığı mücevherler… Ne Kraliçe Elizabeth’in üzerinde 793 karatlık Kuh-i Nur Elması bulunan tacı… Ne de Titanik’le birlikte sulara gömülmekten son anda kurtulan, bir zamanlar Fransa Kralı XVI. Louis’nin sahibi olduğu “Okyanusun Kalbi” adlı kolye… Titanik filmini izleyenler “Okyanusun Kalbi”nin imitasyonunu Kate Winslet’in boynunda gördüklerini anımsayacaklar.
Saydıklarım da dâhil hiçbir mücevher Sophia Schliemann’ın kocasının bir bıçakla kazdığı topraktan çıkarıp karısına taktığı mücevherler kadar ünlü olmadı; çünkü o takılar üç bin yıldan beri Dünya tarihinin en çok merak edilen, aranan ve bulunmak istenen mücevherleriydi. Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, bugün ise Türkiye’nin Çanakkale ilinde bulunan efsanevi kent Troya’da Sophia’nın kocası Heinrich Schliemann tarafından yer altından çıkarılmışlardı. Troya Kralı Priamos’un adıyla anılan hazine, yalnızca Sophia Schliemann’ın fotoğraf çektirdiği takılarla da sınırlı değildi.
Heinrich Schliemann, Homeros’un İlyada’da anlattığı Troya’yı bir hayal ürünü kent değil, bir gerçek olarak kabul etmişti. Ona göre, Paris ve Helena, Aşil ve Hektor, içi askerlerle dolu dev tahta at, kentin yakılıp yıkılışı, hepsi tarihin eski sayfalarında var olmuştu. Çocukluğu Troya’yı ve hazinelerini bulmayı düşleyerek geçti. 1863 yılına gelindiğinde Schliemann savaşları fırsat bilip ticaret yoluyla büyük bir servet edinmiş bir iş adamıydı. Yaşamı spekülasyonlarla doluydu. Kırım Savaşı’nda çarın ordusuna mühimmat, erzak ve hammadde temin etmişti. Zengin olma sevdası onu Amsterdam’dan St. Petersburg’a, oradan Kaliforniya’ya uzanan maceralara sürüklemişti. Ama o, bütün Dünyanın varlığını merak ettiği ve hiç kimsenin yerini bilmediği Troya’yı bulup bu antik kenti bir söylenceden gerçeğe dönüştürme hayalini yitirmemişti.
Schliemann İlyada destanını kılavuz bildi. 1870’de Çanakkale’deki Hisarlık Tepesi’nde Troya’yı bulmak için kazılara başladı. Bir arkeolog değildi ve kazı bilgisi de yetersizdi. Kazı yaparken işini yavaşlatan ve önemsiz bulduğu ilk duvarları yıktı. Bunun arkeolojik açıdan ne kadar büyük bir tahribat olduğu sonradan anlaşıldı. C.W. Ceram, bu konuyla ilgili olarak “İçinde ne olduğunu anlamak için oyuncağını çekiçle kıran bir çocuk gibi davranmıştı.” diye yazmıştı. Kazıların başlamasından sonraki birkaç ay içinde kentin yedi katmandan oluştuğu anlaşılacaktı, sonra bu katmanlara iki tanesi daha eklendi. Schliemann bir süre sonra masum bir hayalciden çıkıp bir hırs küpüne ve sahip olmak istediklerini elde etmek üzere her türlü yola başvuran birine dönüştü. Troya’yı bulmakla yetinmedi, Kral Priamos’un hazinesinin de peşine düştü. Toprak altından çıkardığı altın eşyalardan oluşan hazineyi Ceram Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler kitabında şöyle tanımlar: “Karanlık eski çağın en güçlü yöneticilerinden birinin altınları; gözyaşları ve kana bulanmış, tanrı gibi insanların süsleri üç bin yıl gömüldükten ve yedi devletin yıkıntıları altında yitip gittikten sonra yeni bir günün ışığına çıkıyordu!” Ama Schliemann’ın yanıldığı çok sonra anlaşılacaktı. Taçlar, tokalar, zincirler, kolyeler, düğmeler, teller, altın yılanlar ve sırmalarla dolu hazine aslında Priamos’a değil, ondan bin yıl önce yaşayan bir başka krala aitti. Birçok kaynakta hâlâ Priamos’un adıyla anılan bu hazineyi Troya Hazinesi olarak adlandırmak en doğrusu.
Schliemann’ın hazineyi ait olduğu topraklarda bırakmaya ve Osmanlı Devleti görevlilerine teslim etmeye niyeti yoktu. Hazineyi bulduğunu herkesten gizledi ve Osmanlı sınırları dışına kaçırmak için her şeyi yaptı. Bundan sonra anlatacaklarım tarihî bir aksiyon filmine benziyor! Schliemann, Troya Hazinesi’ni karısının ülkesi Yunanistan’a, Atina’ya gizlice kaçırdı. Böylece Türklerin buluntular üzerindeki hakkını onlara vermemeyi kendine hak bildi. Hazineyi önce Yunan, sonra Fransız hükümetine satmayı denedi. Başarılı olamayınca Ruslara önerdi. Tüm bu süreçte Troya Hazinesi’ni bir sır gibi gözlerden uzak tutmayı başardı. Bu yüzden bilim çevrelerinde hazinenin gerçekliğinden şüphe edilmeye başlandı. Schliemann, buluntuların varlığını kanıtlamak ve olumsuz söylentileri ortadan kaldırmak istercesine hazineyi 1877’de Londra’da sergiledi. Bu sergi Dünya çapında yankı uyandırdı. Schliemann, Troya’dan kaçırılan paha biçilmez hazinenin en önemli parçalarını uzun bir kararsızlık dönemi sonunda Berlin Etnoloji Müzesi’ne verdi. Troya Hazinesi önce I. Dünya Savaşı’nı sağ salim atlattı. II. Dünya Savaşı’nda da, hava akınlarından zarar görmemesi için emin yerlere saklandı. Prusya Devlet Bankası’nın kasalarında ve Berlin Hayvanat Bahçesi’nin yanındaki bir sığınakta korundu. Savaş sonrasında ise sırra kadem bastı. Yıllar boyunca, nerede olduğu bir bilmece olarak kaldı.
90’lı yılların başında, hazinenin savaşın hemen sonrasında bir operasyonla gizlice Moskova’ya taşındığı ve Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’nin mahzenlerinde bulunduğu ortaya çıktı. Alman hükümeti Troya Hazinesi’nin kendilerine ait olduğunu söyleyerek iadesini talep etti. Rus hükümeti ise, hazinenin Nazilerin başlattığı savaşta ülkelerinin gördüğü büyük zarar ve tahribata karşılık olarak alıkonulan eserler arasında yer aldığını bildirerek bunu reddetti. 1994’te Rus ve Alman bilirkişi heyetleriyle Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi Müdiresi İrina Antonova pazarlık için ilk toplantıyı yaptılar. Hazine Anadolu toprağından çıkarıldığı ve Türklere ait olduğu hâlde, “sahiplik” mücadelesi için pazarlık masasına oturanların Rus ve Alman oluşu hem ironik, hem de tartışılması gereken bir durumdu. Şubat 1997’de Rus parlamentosunun alt meclisi, savaş sonrasında Almanya’dan Rusya’ya getirilen tüm eserlerin Rus devletinin kalıcı mülkü olduğunu ilan etti. Türk hükümeti de, Troya Hazinesi’nin gerçek sahibinin Türkiye olduğunu, bu yüzden kendilerine geri verilmesi gerektiğini belirterek Rusya’ya başvuruda bulundu. Öte yandan, Türkler hazinenin başka ülkelere dağılmış olan parçalarını da geri almak için girişimlerini sürdürdü. Troya’dan kaçırılan 24 parça altın takı, ABD’deki Penn Müzesi ile iş birliği yapılarak 2012 yılında Türkiye’ye bu çabalar sonucunda iade edildi. Ancak hazinenin tümünün Türkiye’ye geri dönüşü konusunda, Türk hükümetinin Ruslara yönelttiği talep hâlâ güncelliğini koruyor. Benzer girişimlerle son yıllarda Türkiye’ye çok sayıda tarihî eser geri döndü. Bunlar arasında İsviçre’den getirilen ve Antalya Müzesi’nde sergilenmeye başlanan “Herakles Lahidi”, New York Havaalanı’nda ele geçirilen 69 parça tarihî eser, Bursa İznik Müzesi’nden çalınmış olan ve Almanya’nın iade ettiği lahit parçası, Avustralya’dan iadesi sağlanan “Yortan Kabı” ve Uşak Müzesi’nden çalınan ve Almanya’dan geri dönen “Kanatlı Denizatı Broşu” da var.
2018 Uluslararası Troya Yılı önemli etkinliklerle sürerken, ören yerinin yakınında inşa edilen Çanakkale Troya Müzesi’nin açılışı da Haziran ayında yapılacak. Müze, Troya’nın gerçek ile hayalin karıştığı öyküsünü mitolojik, arkeolojik, coğrafi ve tarihî açılardan anlatan çağdaş biçimde tasarlanmış bir yapı olacak. Dört katlı müzenin giriş katının kazı ve buluntu fikrini temsil etmek amacıyla yerin altında yapılması planlandı. Rusya’da bulunan hazine dışında, Troya buluntuları farklı ülkelere dağılmış durumda. Tüm bu hazinelerin doğduğu topraklara, Çanakkale’ye geri getirilmesi çabaları tarihî bir ayıbın ortadan kaldırılması açısından önem taşıyor. Hazineler Türkiye’ye geri döndüğünde ise, buna en çok İlyada destanını yazan, Anadolu doğumlu Homeros sevinecek!